Bilim Kurulumuzdan: Gıda Sanayinde Risk Yönetimi

Bilim Kurulumuzdan: Gıda Sanayinde Risk Yönetimi

Bilim Kurulumuzdan: Gıda Sanayinde Risk Yönetimi

Prof. Dr. Mehmet Pala

Gıda sektörü hem ekonomik değer üretmesi hem de doğrudan halk sağlığıyla ilişkili olması nedeniyle, en kırılgan sektörlerden biridir. Tarladan sofraya uzanan zincirin herhangi bir halkasında yaşanacak risk, yalnızca bir şirketi değil, tüm toplumu etkileyebilir. Bu nedenle risk yönetimi, gıda sektöründe hayati bir zorunluluktur.

Gıda üretiminde tehlike, bir ürün, süreç, faaliyet veya ortamda bulunan ve zarar verme potansiyeli taşıyan durum ya da özelliktir. Yani, zarara yol açabilecek kaynağın kendisidir. Örneğin gıdalarda pestisit kalıntısı, aflatoksin bulunması birer tehlikedir. Risk ise tanımlanmış bir tehlikenin gerçekleşme olasılığı ile gerçekleşmesi halinde doğuracağı sonucun   bileşimidir. Yani, zararın ortaya çıkma ihtimali ve şiddetidir. Örneğin ürünlerde pestisit kalıntısının veya aflatoksin miktarının izin verilen limitlerin üzerinde olması. Bu olasılık ve zarar verme etkinliği riski belirler.

Risk yönetimi, olası tehlikeleri ve riskleri önceden belirleyip, bunları kontrol altına almak veya kabul edilebilir seviyeye indirmek için sistematik olarak yürütülen tüm faaliyetlerdir. Buna; riskin tanımlanması, analiz edilmesi, değerlendirilmesi, kontrol yöntemlerinin seçilmesi, uygulamaların izlenmesi ve sürekli iyileştirme süreçleri de dahildir.

Ne yazık ki Türkiye’de pek çok gıda şirketi, kriz çıkmadıkça risk yönetimini gündeme almamakta; kriz çıktığında ise plansız, aceleci ve çoğunlukla da yetersiz adımlar atmaktadır. Kriz anında beyinde bloklaşma oluşmakta, bu nedenle sağlıklı düşünmek ve karar vermek sorunludur. Oysa önceden  doğru hazırlanmış bir risk yönetim sistemi hem şirketin itibarını korur hem de tüketici güvenini güçlendirir.

Gıda sektöründe risk faktörleri çok geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Ürün kaynaklı sorunlar, mikrobiyal bulaşma, pestisit veya kimyasal kalıntılar, alerjen uyarılarının eksikliği ve etiket hataları bu risklerin başında gelir. Operasyonel riskler arasında üretim hatları arızaları, iş kazaları, enerji ve su kesintileri bulunurken; tedarik zinciri riskleri de hammadde temininde aksaklıklar, ithalat kısıtlamaları ve lojistik sorunlar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yeni mevzuatlara uyumsuzluk ya da denetimlerde uygunsuzluk raporları da şirketleri zor durumda bırakabiliyor. En önemlilerinden biri de itibar riskleridir. Sosyal medyada yayılan yanlış bilgi, tüketici şikâyetlerinin büyümesi ya da olumsuz medya haberleri kısa sürede büyük etkiler yaratmaktadır.

Türkiye’de şirketlerin çoğu krizlerin olasılığını düşük görür ve risk yönetimini ek maliyet olarak değerlendirir. Kurumsallaşma eksikliği, uzman desteğine yatırım yapılmaması ve iletişimde profesyonel yaklaşımın olmaması hazırlıksızlığı pekiştirir. Ancak tüketici güvenini kaybetmenin maliyeti, her türlü üretim kaybından çok daha yüksektir. Çünkü güven, yeniden kazanılması en zor sermayedir.

Türkiye’de yaşanan olaylar   medyanın gücünü açıkça ortaya koymaktadır. Gıda ürünleri ile ilgili olarak çıkan olumsuz haberler sosyal medyada hızla yayılmakta,   firmaların sessiz kalması sonucu tüketici güvenini ciddi biçimde zedelenmektedir. Meyve ve sebze   ihracatında ürünlerdeki pestisit kalıntıları uygunsuzluğu   üzerine yapılan geri çağırma ulusal basında geniş yer almakta, bu da ürünlere ve firmalara karşı güvensizliği artırmaktadır. Tarım Bakanlığı düzenli olarak yaptığı denetimlerde mevzuata uygunsuz bulduğu ürünleri ve firmaları kamuoyu ile paylaşmaktadır. Tüm bunlar haklı veya haksız şikayetlere neden olmakta ve tüketici güveni sarsılmaktadır.

Bu örnekler, Türkiye’de kriz yönetiminde iletişimin belirleyici rolünü gözler önüne seriyor. Kriz anında sessizlik en büyük hata olmaktadır. İlk birkaç saat içinde doğru ve şeffaf açıklama yapılmalı, yetkili sözcüler dışında kimse konuşmamalı, sosyal medyada yayılan yanlış bilgiler hızla düzeltilmeli ve krizin çözümü için atılan adımlar kamuoyuna anlatılmalıdır.

Sonuç olarak, risk yönetimi yalnızca kriz anında devreye giren bir plan değil, şirket kültürünün ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Medya ve özellikle sosyal medyanın güçlü etkisi, bu kültürün iletişim boyutunu daha da önemli kılmaktadır. Hazırlık yapan şirketler kriz anında güven kaybını en aza indirirken, hazırlıksız şirketler yalnızca ürünlerini değil, yıllarca inşa ettikleri marka değerlerini de kaybedebilmektedir. Bu nedenle gıda sanayinde sürdürülebilir büyümenin yolu, risk yönetimini ve doğru kriz iletişimini içselleştirmekten geçtiğini vurgulamak istiyorum.

Close