Prof. Dr. Mehmet Pala
Uzun yıllardır hem akademide hem iş dünyasında, çok sayıda strateji belgesi, rapor, çalıştay ve sektörel değerlendirme çalışmaları içinde bulundum. Bu çalışmalarda gözlemlerim şöyle: Sorunlar çoğu zaman doğru tespit ediliyor, analizler derinleşiyor, durum resmediliyor. Ancak kritik bir eksiklik oluyor: Çözümün “nasıl” yapılacağına dair netlik, kararlılık ve uygulama iradesi çoğu zaman yetersiz kalıyor. Ne yazık ki çok sayıda toplantının, çalıştayın ve raporun sonunda elde kalan şey, niyet beyanlarından oluşan iyi yazılmış metinler oluyor. Oysa gerçek ilerleme, sadece “ne yapılmalı” değil, “nasıl yapılacak” sorusunun yanıtını ciddiyetle vermeyi gerektiriyor.
Strateji ve çalıştay raporlarında “ne yapılmalı” sorusu genellikle iyi cevaplanır. Ancak bu yaklaşım zamanla söylem yorgunluğuna, hatta kurumsal atalete yol açıyor. Özellikle gıda sanayi gibi somut çıktıların, raf ömrünün, kalite göstergelerinin ve tüketici güveninin belirleyici olduğu bir sektörde fark yaratanlar, “ne”yi bilen değil, “nasıl”ı hayata geçirenlerdir. Çünkü bilgi tek başına önemlidir ancak yeterli değildir. Hedefi tarif etmek kolaydır; asıl mesele o hedefe nasıl ulaşılacağına dair yapıyı kurmak, kaynağı ayırmak ve disiplini sürdürebilmektir.
Felsefe bu noktada bize güçlü bir ışık tutar. Sokrates’e göre bilgeliğin özü, doğru soruları sormaktır. Ama asıl değerli olan, o soruların peşinden gitmek, cevaplarını eyleme dökebilmektir. Eylemden kopuk bilgi, zamanla kendi içinde anlamsızlaşır. Gıda sektöründe bu çok nettir: Sadece bilgiye sahip olmak ya da bir kavramı konuşmak, o kavramın hayat bulduğu anlamına gelmez. “Sürdürülebilirlik”, “Fonksiyonel ürünler”, “İhracat stratejisi”, “Tarım stratejisi” ve “Dijitalleşme” gibi başlıkları tartışmak, onları uygulamaya geçirmekten çok daha kolaydır. Ama bizi ileriye taşıyacak olan, bu kavramların sahada karşılık bulmasıdır.
Aristoteles’in “pratik bilgelik” dediği şey tam da budur: Bilgiyi eyleme dönüştürme yeteneği. Bu kavrayış olmadan, en doğru tespitler bile havada kalır. Sorunu anlamak önemli bir adımdır, ama çözüm yolunu tasarlamak ve hayata geçirmek çok daha karmaşık ve değerli bir süreçtir.
İş dünyasında da durum aynıdır. Gıda firmaları Ar-Ge planları yapıyor, inovasyon stratejileri yazıyor, pazara dair hedefler belirliyor. Akademi, proje çağrılarına bilimsel fikirler sunuyor, model önerileri geliştiriyor. Ama bu belgeler ve fikirler çoğu zaman sadece “ne yapılmalı”yı söyler. Oysa asıl mesele şudur: Bu fikirleri nasıl hayata geçireceğiz? Hangi kaynakla, hangi insan gücüyle, hangi aşamalardan geçerek, hangi risklere karşı önlem alarak uygulayacağız? Aksi halde, potansiyeli yüksek bir fikir bile, yanlış uygulandığında ya da uygulanamadığında ziyan olur.
Aynı üretim ortamında bazı firmalar kriz karşısında küçülürken, bazıları kalite ve süreç yönetimini geliştirerek büyümeyi başarır. Çünkü ikinci grup yalnızca plan yapmaz, uygular, gözden geçirir, öğrenir. Yani “nasıl” sorusunun yanıtını arar ve bulur.
Başarıya götüren beş temel “NASIL” ilkesi:
- Derinlemesine Analiz: Bir sorunun nedeni sadece çıktıda değil, örneğin tüm tedarik zincirinde gizli olabilir. Ürünün raf ömrü mü kısa? Belki sorun hammaddede ya da ambalajda… Belki de ısıya duyarlı bir bileşenin yanlış işlenmesinde. O zaman çözüm, ürün formülasyonunun yanında proses parametrelerine de odaklanmakla mümkündür. Yani konuyu bütüncül bir yaklaşımla derinlemesine anlamakla başlar.
- Uygulanabilir Strateji: Hedef büyük olabilir; ama o hedefe götürecek yol gerçekçi, adım adım tanımlanmış ve maliyet/etki açısından dengelenmiş olmalıdır.
- Disiplinli Eylem: Sözde değil, sahada sonuç üreten sistemler gerekir. Ar-Ge laboratuvarından üretim hattına geçemeyen fikirler, bilimsel başarı değil, yalnızca potansiyel olarak kalır.
- Sürekli Geri Bildirim ve Gelişim: Kalite sapmaları, müşteri geri bildirimleri, ihracat şikayetleri... Bunlar tehdit değil, gelişim fırsatıdır. Sadece başarıya değil, başarısızlığa da öğrenme motivasyonuyla bakılmalıdır.
- Esneklik ve Uyarlanabilirlik: Tüketici tercihleri, dış pazarlar, yasal düzenlemeler, maliyetler hızla değişiyor. Uyarlanabilir olmayan sistemler, en iyi planları bile boşa çıkarabilir. Sabit sistemler yerine çevik olmak, gıda sektöründe ayakta kalmanın ve ilerlemenin ön koşuludur.
Bugün gıda sektöründe farkı yaratan; fikri ilk kimin bulduğu değil, onu kimin doğru ve sürdürülebilir şekilde uygulayabildiğidir. Gıda güvenliği, verimlilik, inovasyon gibi kavramlar artık sadece belgelerde değil, üretim hattında, tarlada, dağıtım zincirinde ve tüketicinin beklentilerinde test ediliyor. Bir fikir, sadece laboratuvar düzeyinde kalıyorsa; ya da iyi niyetle yazılmış bir strateji raporunun ötesine geçmiyorsa; o zaman sorun sadece fikirde değil, uygulama iradesindedir.
Akademik dünya ile gıda sanayii arasındaki ilişkinin de bu “NASIL” perspektifiyle güçlendirilmesi gerekiyor. Bilgi üretimi kadar, o bilginin uygulama ortamına uyarlanabilirliği de önemlidir. Üniversite laboratuvarlarında geliştirilen çözümlerin sahada sonuç vermesi için karşılıklı öğrenme ortamları ve uygulamalı iş birlikleri şarttır. Bir gıda markasının, bir üniversite laboratuvarının ya da bir sanayi kuruluşunun değeri; neyi düşündüğünden değil, neyi gerçekleştirdiğinden anlaşılır.
Artık şu farkındalığı hep birlikte içselleştirmemiz gerekiyor:
“Ne” tanımlar; “Nasıl” inşa eder…
“Ne“ düşüncedir, “Nasıl” dönüşümdür…
“Ne” başlatır; ama “Nasıl” sürdürülebilirliği sağlar ve geleceği kurar…
Bugün yapmamız gereken; yalnızca ne yapacağımızı değil, onu nasıl yapacağımızı birlikte tasarlamak, uygulamak ve sürekli geliştirmektir. Bu bakış açısı yalnızca bugünün değil, yarının gıda sistemlerini de şekillendirecektir.