Prof. Dr. Mehmet Pala
Gıda arz güvenliği yalnızca tarım politikalarının değil, toplum sağlığının, ekonomik istikrarın ve ulusal güvenliğin de ayrılmaz bir parçasıdır. Dünyada artan nüfus, iklim değişikliğinin şiddetlenen etkileri, savaşlar ve ticaret engelleri, gıdaya erişimi her geçen gün daha kırılgan hale getirmektedir. Türkiye gibi tarım potansiyeli yüksek bir ülkede bile bu tehditler doğrudan hissedilmekte, gıda arz güvenliği stratejik bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Gıda arz güvenliği yalnızca üreticinin ya da sanayicinin meselesi değil, sofradaki herkesin hayatını doğrudan etkileyen bir konudur. Bir ürünün tarladan sofraya güvenle ulaşması, toplumun huzuru ve dayanışma kültürüyle yakından ilgilidir. Bugün iklim krizi (don, kuraklık ve aşırı sıcaklıklar) tarımsal üretimi ciddi şekilde olumsuz etkiliyor. Diğer taraftan gıda kayıpları ve israfı Türkiye’de her yıl yaklaşık 12 milyon ton gıdanın çöpe gitmesine yol açıyor. Bu nedenle gıda arz güvenliğini sağlamak aynı zamanda toplumsal dayanışmayı ve sürdürülebilir yaşam kültürünü güçlendirmek anlamına gelmektedir.
Türkiye hiçbir zaman “tam anlamıyla” kendi kendine yeten bir ülke olmadı. Ancak kendi kendine yeten ve hatta bölgesinde önemli bir gıda ihracat potansiyeline sahip bir ülke konumunda olduğunu söyleyebiliriz. Önemli olan her üründe değil, özellikle buğday, arpa, yağlı tohumlar, şeker, patates ve soğan gibi temel gıda maddelerinde kendi kendine yetebilmektir. Buğdayda kendine yeterlilik oranının %86, yağlı tohumlarda ise %50’nin altında kalması, stratejik öneme sahip birçok üründe ithalata bağımlılığın sürdüğünü ortaya koymaktadır.
Bir yandan üreticiler para kazanamadıklarından, tüketiciler uygun fiyata ürün alamadıklarından ve gıda sanayicileri de yeterli kalite ve miktarda hammadde bulamadıklarından şikâyet etmektedirler. Bütün bu paradoks durum, tarımdaki yapısal sorunlara işaret etmektedir. Bu döngü tarımdaki yapısal sorunların artık ertelenemez olduğunu göstermektedir. İşte bu noktada gıda sanayicileri tarımın sorunlarına daha fazla önem vermeli ve sadece alıcı değil, aynı zamanda çözüm ortağı olmalıdır.
Tarımsal hammaddeleri işleyen sektör olarak gıda sanayi tarımdaki yapısal sorunların giderilmesinde, tarım politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında aktif rol almalı, Tarım Bakanlığı ile iş birliği yapmalıdır. Bu bağlamda gıda sanayi ileriye dönük hammadde temini konusunda çok daha kapsayıcı ve yönlendirici olmalıdır. Geçmişte gıda sanayinin tarımla ilgisi esas olarak hammadde alımı ile sınırlı kalmıştır. Bu alan esas olarak kamuya bırakılmıştır. Son dönemde sözleşmeli üretimde yaygınlaşma olmakla birlikte bunun yeterli olmadığı görülmektedir. Ayrıca sözleşmeli üretimde işleyiş ve hukuksal sorunlar da çözülmelidir. Bazı büyük gıda sanayi şirketlerinin kısmen de olsa kendi hammadde ihtiyaçlarını karşılamak üzere doğrudan üretime yönelmeleri de umut vericidir. Bu yönelim, gelecekte sanayinin çiftçiyi yalnız bırakmayan, tam tersine onun yanında duran bir üretim modeline evrilmesi açısından önemlidir.
Bu süreçte gıda sanayi zincirin ortasında hem üreticiye hem tüketiciye köprü görevi görerek kritik bir rol üstlenmektedir. Gıda sanayi, Ar-Ge ve teknolojik yatırımlarıyla kayıpları azaltacak yenilikçi çözümler geliştirmek, sözleşmeli tarım modelleriyle üreticiye garanti pazar sağlamak ve sürdürülebilir üretimi desteklemek durumundadır. Enerji ve su verimliliğine yönelik yatırımlar, BlockChain tabanlı sistemlerle izlenebilirlik ve şeffaflık, gıda bankacılığı uygulamalarıyla israfın azaltılması ve dar gelirli kesimlerin desteklenmesi bu sorumlulukların önemli parçalarıdır. Sanayinin bu yönde atacağı adımlar, yalnızca ekonomik rekabet gücünü değil, toplumun gıdaya erişim güvencesini de güçlendirecektir.
Öte yandan gıda arz güvenliği, tek başına tarım veya sanayi politikalarıyla çözülemez. Kamu, sanayi, üniversite ve tüketici arasında güçlü bir iş birliği şarttır. Ulusal ölçekte bir Gıda Arz Güvenliği Stratejisi hazırlanması, kritik ürünlerde stratejik rezervler oluşturulması, inovatif teknolojiler için sanayinin daha güçlü teşviklerle desteklenmesi ve tüketici bilgilendirme kampanyalarıyla israfın azaltılması temel adımlar olmalıdır. Ayrıca tarım ve gıda sanayini bütünleştirecek ortak veri ve planlama platformlarının kurulması da kaçınılmaz hale gelmiştir. Veri temelli karar alma süreçleri, gelecekte “hangi ürünü ne kadar, nerede ve nasıl üretelim?” sorularının yanıtı olacaktır.
Sonuç olarak gıda arz güvenliği, bir ülkenin yalnızca ekonomik kalkınmasını değil, toplumsal istikrarını ve sağlığını da doğrudan etkiler. Türkiye’nin bu alandaki başarısı inovasyon, verimlilik, şeffaflık ve dayanışma ilkeleri üzerine kurulmalıdır. Türkiye sadece kendi kendine yeten değil, aynı zamanda bölgesinde önemli bir gıda ihracat ülkesi olmayı hedeflemelidir. Burada gıda sanayinin kendi bilgi ve deneyimi ile önemli bir rol üstlenmelidir. Bunu gerçekleştirecek güce ve imkanlara sahip olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye’nin gıda arz güvenliği geleceğin meselesi değil, bugünün sorumluluğudur.